Bildiğim tüm doğrular, bildiğim ya da bilemediğim yanlışların işgali altında.
Ruhum işgal altında.
Kulaklarım, birilerinin uydurma notalarla, kulak dolgunluğu ile çaldığı şarkılar, gözlerim renkleri silinmiş tablolar, ışığı çalınmış fotoğrafların işgalinde. İçimde, çocukluğu yaşanmamış insanların tırnaklarını yiyen huzursuzluğu geziyor.
İçimde hiç görmediğim şehirlerin kaleleri düştü.
Baktığım her yerde tüm kanıtlanmış teorilerin yerini alan hurafeler asılı duruyor.
Doğruların geri çekilmelerinin ayak sesleri.
Yunan tanrılarının mitolojileri kadar geçmiş, hayaller kadar gelecek, bugün kadar an’lık
yıkılmışlıkların işgalindeyim.
Evde hırsızla karşılaşıp sesimin çıkmadığı kabusunu görüyorum.
Önce tek tek vazgeçen insanları gördüm. Şimdi yenildi sanılanların doğrularına ulaşmaya çalışan mağlup galiplerin rauntlarını izliyorum.
İnsanların hayatındaki dönüm noktalarına tanık olduğum çoktur aslında. Şimdi bir ülkenin kendi yarattığı virajı alıp alamayacağını endişe ile izliyorum.
Hız sınırını aşmadan, yol çizgilerinin içinden gidiyorum. Kırmızı ışıkta duruyorum. Kavşaklarda U dönüşü yapmıyorum, Emniyet kemerimi de takıyorum. Sonra yanımdan geçen kuralsızlığın dikiz aynasından sinsice bana sırıttığını görüyorum.
Kazanmaya tapanların şuursuz isteklerinin işgali altındayım.
Neden diye soranların hırsı, nasıl diye sormayanların anlayışsızlığının işgali.
İşine gelmelerin, bir de böyle denemelerin, kolaycılıkların, namussuzluğa iman edenlerin işgalindeyim.
Türkiye’nin güzel insanlarının suçu nasıl alkışlar hale geldiğini anlamaya çalışıyorum.
Yolsuzluğu yoksulluğa tercih edenlerin, kurnazlığın ikliminde büyüttüğü sarmaşıklarla, korku filmi efektlerinde çevrelediği dünyada işgallerdeyim.
“Ben yapmadım, o yaptı” diyen, savunmanın acizlik prangasını ve altın rengi vaatler ışığında körleşmiş gözlerin, yüreklerdeki hissiyatı arttıramadığını görüyorum.
Kimliğini kaybettikten sonra “hükümsüz” olduklarını ilan etmeyenlerin işgalindeyim.
Denizlere çıkan sokaklarım tutulmuş.
İşgallerdeyim.